17 Ağustos 2010 Salı

UĞUR MUMCU


Yıl 1993, 24 Ocak..
Soğuk ve karlı bir Pazar günü.

11 yaşındaydım o gün. Kar kış kapıyı kaplamıştı, buzdan titreyen bembeyaz sokaklarda sabah kahvaltısı için sıcak ekmek ve gazete almaya bakkala koşan insanların aylak yürüyüşleriydi camdan izlediğim. Kapıya asılmış sütü, ekmeği ve her Pazar ailecek okumayı alışkanlık haline getirdiğimiz Hürriyet ve Cumhuriyet Gazetelerini almış, iki gazete arasında gidip geliyorken bir yandan da kulak kabarttığım televizyondan kurşun gibi ağır bir anons veriliyordu..

"Araştırmacı Gazeteci - Yazar Uğur Mumcu, bu sabah Ankara Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Suikast sonucu öldürülen Mumcu'nun evinin önünde geniş güvenlik önlemleri alınırken faillerin yakalanması için geniş çaplı soruşturma başlatıldı."


Bir yandan arka fondaki polis telsizi bir yandan parçalanmış araba çevresinde koşuşturan büyük amcalar..Duyduklarım ve gördüklerim karşısında donakalmış, Mumcu'nun arabasının kontağına yerleştirilen ve çalıştırdığı an infilak eden arabasından bir daha dönmemecesine nasıl yok olabildiğini gözümde canlandırmaya çalışıyordum. Bir insanın bir insanı nasıl olup da öldürebilmiş olabileceğini, televizyonda gördüğüm görüntülerin film değil tamamen gerçeklikten ibaret olduğunu çocuk aklımla anlamaya çalışıyor, o arabanın içindeki ya benim babam olsaydı diye empati kurmadan edemiyordum..Kim bilir eşi ne haldeydi. Oğlu, kızı, çocuğu var mıydı? Varsa şu an ne yapıyorlardı? Söylemişler miydi onlara babalarının ilelebet yolculuğa çıktığını.

İşte o gün, tam da 24 Ocak 1993 Pazar sabahı benim için dönüm noktasıydı.. 

Cinayetin üzerindeki sis perdesi halen aralanmadı, aksine tüm davalara kulak tıkanıyor, "birşeyler" yürümüyor.

Aynen O'nun dediği gibi "Düşündüklerini bir kez bile yüksek sesle söyleyememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne bir kez bile söylememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne bir kez bile haykırmamış bir insanın bilinç ve duygu dünyasında doğan girdaplar belki de sabah akşam boğmuştur bu kişiliğini.

Kendi kişiliğinin katili olmak da güç iştir basbayağı.
 
Susmak..susmak, hep susmak. Konuşmamak, konuşmamak. Üstlenilen görev budur bütün yaşam boyunca. İnsanları saran küçük çemberler büyüye büyüye demokrasinin boynuna bir halka gibi geçer. Suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek de kural dışı olur bir süre sonra.."   HASLET SANDIKÇI


‎"Bir kişiye yapılan haksızlık, 
bütün topluma karşı
işlenmiş bir suçtur.
bu bilinci paylaşmak ve
bu sorumluluğu yerleştirmek
...zorundayız.
Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci,
özgürlüğün de,
demokrasinin de
tek güvencesidir.
Bu güvence sağlanmadıkça,
demokrasinin temeline
tek bir taş bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki "...cesur bir kez, korkak bin kez ölür".
Önemli olan,
insanın böyle bir toplumda
"mezar taşı" gibi
suskunluk simgesi olmamasıdır.

UĞURLAR OLSUN YOLDAŞ
HAKAN HAŞHAŞ


Faili meçhuller faili malum olur diye mi??

Yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybedenler Toplumsal Bellek Platformu adı altında bir araya geldi. Hem yakınları unutulmasın diye mücadele ediyorlar hem de Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar 60 yılı aşkın süredir katledilenler hakkında bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için çabalıyorlar.
Çabalıyorlar ki bir siyasi cinayetler ülkesi olmaktan kurtulunsun, bu platform daha yeni üye kaydetmesin. Öyle bir memleket ki burası, bunu yapmayı bile yakınları bombalanan, kurşunlanan, yakılarak boğulanlardan istiyor.
İşte bu aileler 11 Şubat 2010 tarihinde 60 yılı aşkın süredir katledilenler hakkında bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için başvuruda bulundu.

Birinci çinko, ikinci çinko, üçüncü çinko
6 Nisan 2010’da CHP tüm faili meçhul siyasi cinayetleri kapsayan bir araştırma komisyonu kurulması için önerge verdi. Önerge, DTP ve DSP tarafından da desteklendi. Ancak AKP oylarıyla reddedildi.
22 Haziran 2010 tarihinde CHP grubu adına Ali Rıza Öztürk, araştırma komisyonu önergesini yineledi. Bu defa MHP de önergeden yana oy kullandı. AKP tavrını değiştirmedi, yine red oyu kullandı.
Geçen hafta CHP, faili meçhul cinayetlerin araştırılması için tekrar bir önerge verdi. AKP yine geciktirmeksizin önergeyi reddetti.
Yani AKP, faili meçhul cinayetlerin araştırılmasına ilişkin verilmiş 3 önergeyi reddetti. Elbette ayrımcılık yapmadığını cümle âleme göstermek amacıyla daha önce de 1 Mayıs 1977’nin, JİTEM’in ve askeri darbelerin araştırılmasına yönelik önergeleri reddetmişti.

Bana bunlarla gelme!
AKP’nin reddettiği ya da Meclis gündemine bile sokmadığı Meclis Araştırma Komisyonu önergeleri bu kadarla da kalmıyor. Rahip Santoro, Malatya katliamı ve Hrant Dink cinayetlerinin bağlantılı bir şekilde ele alınmasını talep eden önerge de Hrant Dink’in öldürülmesinde kamu görevlilerinin ihmal ve kusuru olup olmadığını sorgulayan önerge de gayrimüslim cinayetlerinin araştırılmasını talep eden önerge de Meclis arşivlerinde bekliyor.
AKP, faili meçhul siyasi cinayetlerin araştırılması için kurulması istenen komisyonları reddetmesine gerekçe olarak komisyon yetkilerinin yetersiz olmasını gösteriyor. Ancak AKP’nin geçen şubattan bu yana Meclis İçtüzüğü’nde bu yönde bir değişiklik yapmak için adım atmadığı da ortada.
AKP, haziran ayında araştırma komisyonu teklifini reddederken Meclis’te konuşan bir AKP’li milletvekili tatilden sonra ‘inşallah’ bir komisyon kuracağız diyordu. Tatilden sonra verilen önerge reddedilirken konuşan aynı AKP milletvekili bu defa: “Zamanlama uygun olsaydı, kabul edilebilirdi ve bu şekilde faili meçhullerin ortaya çıkmasını arzu ederdik...” diyor.
Ölüler beklerler. Öldürülenlerin yakınları Sabahattin Ali’den bu yana bekliyor, yine beklerler.

‘Faili malum’ olur diye mi?
Orası öyle de AKP neyi bekliyor? İktidarının 50. yıldönümünü mü?
Tüm bu araştırma önergeleri reddedilir, Hrant Dink için berbat bir AİHM savunması hazırlanır, Dink cinayeti için başbakan gerekli soruşturma izni vermezken yine aynı başbakanın oy toplamak için çıktığı meydanlarda siyasi cinayet sonucu öldürülenleri ağzından düşürmediği ortada. Diyarbakır’da “Ape Musa’nın acınısı unutmadık” diyen başbakanın mebusları Meclis’te bu cinayetler araştırılmasın diye red oyu vermekten çekinmiyor.
Başbakan Erdoğan geçen ocak ayında “Hrant Dink’in, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu’nun, diğer tüm kirli saldırıların üzerindeki sis perdesini kaldırmak” için uğraştıklarını söylemişti. Arkasından da eklemişti: “Faili meçhullerin faili malum hale gelmesinden kim niye korkuyor, niye çekiniyor, kim neden bunların üstünü örtmeye çalışıyor? Gizli kapaklı işlerin aydınlığa çıkmasından kim, neden endişe ediyor?”
Bugün sorusunun muhatabı artık kendisidir. Sayın başbakan, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için verilen önergeleri başkanı olduğunuz parti neden reddediyor? Siz ve partiniz faili meçhullerin faili malum hale gelmesinden neden korkuyorsunuz? ÖZGÜR MUMCU (oğlu)

Sema açıktı ama hava çok soğuktu. Yer baştan aşağı kanla kaplıydı. Birlikte büyüdüğümüz, birlikte genç yaşına bastığımız, birlikte yaşam mücadelesi verdiğimiz Uğur Mumcu'nun parça parça olmuş kolu bir tarafta, bacağı bir tarafta, yüreği karşı binalara saplanmış o sahneyi gördüm. İnsan belleği unutma gibi bir yeteneğe sahiptir ama o sahne benim belleğimde hiç azalmıyor. Ruhsal yapımın bir parçası olmuş. CEYHAN MUMCU (kardeşi)






SERHAN ŞEŞEN



Ben sadece bir oğul kaybetmedim oğlum. En iyi arkadaşımı, sırdaşımı ve de öğretmenimi kaybettim. Bana yaşattığın dolu dolu 26 sene için teşekkür ediyorum. Ağlıyorsam da şu anda idare et, duygusallığıma ver ve bana bir kez daha 'Babuş' diye sarıl...O hiç ağzından eksik etmediğin 'Seni Seviyorum' sözünü bir daha söyle bana... Bu 'sığ' ortamda bu kadar 'derin'de olmanda bir 'mana' var benimle paylaşmadığın, bunu da hissediyorum. Bu da anlatamadığından değil... Üzülmemi istemediğinden...


Öyle yumuşacık bir kalbin vardı ki... Hatırlar mısın? Küçük bir arabamız vardı ve bir gün sen, ben, Diloş ve babaannen arabamızla Darüşşafaka'dan evimize doğru giderken ellerinde paketlerle durakta otobüs bekleyen yaşlı bir teyzeye rastlamıştık da sen arabayı durdurtup, teyzeyi arabamıza bindirip bir taksiye atlayıp öyle dönmüştün eve...Biz şaşkınlıkla arkandan bakmıştık... Bugün gibi...


Sonra askere gideceğim gün ki, o gün de annenin doğum günüydü çatı katındaki odanda doğum gününe uygun müzikler yapman, tam ben kapıdan çıkacakken de belime sarılıp mavi mavi ağlaman... Çocukla çocuk, büyükle büyük olman... Zaman zaman ikisini birbirine karıştırman ama sonunda yine haklı çıkman...

NE YAPACAĞIZ BURHAN?

Okuman... Okuman... Okuman...Sonra seni Gölköy'de Deniz'le tanıştırmam...Onunla beş yıla yakındır birlikte olman...Ve de sana artık 'büyük baba' olma isteğimi söylemeyip, bunu 'kızım' kadar sevdiğim Deniz'le senden sonra paylaşmam...

Kızkardeşin Dilhan'ın 'Ben ağabeyimle bu kadar az mı yaşayacaktım!' diyen masum isyanı... Amcan Gökhan'ın sürekli ıslak gözleriyle dimdik durması, annenle elele yoğun bakım odasına girmemiz, Şeşen Kaptan'ın Camii'de sürekli 'Ne yapacağız ya Burhan?' deyip kafasını sallaması... İlhan amcanın, Arzu yengenin bir masa etrafındaki çaresizliği, annemin makyajsız yüzü, İsmet Dede'nin, Müşerref anneannenin sessizliği, Demet teyzenin yüzündeki acı, Selin ve Selen'in seni kaybetme korkusu, Hasan'ın sürekli yere bakması, dargınların barışması, hastanedeki tüm akrabalarının ve arkadaşlarının sabırlı bekleyişi, seni tanıyıp tanımayan tüm insanların duası... Hepimizin sana bir 'teşekkür' ve de 'özür' borcu var Serhoşçum... Bizlere yaşattıkların için 'teşekkür' ama sana yaşattıklarımız için de bir 'özür' borcumuz var canım oğlum...


Zira bizler hep başkalarının başına bu tür 'çağdışı', 'insanlık dışı' olayların geleceğini düşündük. Asıl ve de gerçek 'kahramanlar'ın bunları yaşayabileceğini hiç düşünmedik... 21.yüzyılda Türkiye'nin yaşadığı sağlık skandallarını gazetelerin sayfalarında satışı arttıran bir haber, televizyonlarda rating kaygısı olarak algıladık. Ta ki senin başına, bizlerin başına bunlar gelinceye kadar...Felsefe masterı yaptığın Galatasaray Üniversitesi'ndeki öğretmenlerinin söylediğine göre; sen 'milyonda bir gelebilecek bir öğrenciydin' ama 'milyonda bir olabilecek, tıp fakültesi öğrencilerinin bile yapmayacağı bir hata ve ihmalin' sonucu artık aramızda değilsin...Hatayı kabul ederim ama duyarsızlığı değil oğlum.


Şu anda sabahın beş buçuğu... Çengelköy'deki bahçene seni görmeye geleceğim birazdan bir paket sigara ve birkaç şişe birayla...Ne demişti Gökhan amcan: Gündoğarken ufukta yeni bir can taşır elinde...

BURHAN ŞEŞEN




Yaşam en değerli varlığımız. Onun bizi,bizim onu var ettiğimiz bir ilişki var aramızda. “Biz” derken gerçekten bizi kast ediyoruz. Tüm insanları… Dili, dini, ırkı, rengi, cinsiyeti, kıyafeti, şivesi, kilosu, hayata bakışı, doğulusu, batılısı, yerlisi, yabancısı… nasıl olursa olsun tüm insanlardan söz ediyoruz. Ama sadece insanları da değil; biz “biz” derken büyük bir BİZ’den söz ediyoruz, sadece insanları kapsayan küçük bir bizden değil. Hava, su, toprak, taş, tüm hayvanlar, tüm bitkiler… kısacası evrendeki her şeyi, her canlıyı ve cansızı kast ediyoruz. BİZ, aslında çok büyük bir aileyiz…

Yaşam bunların tamamı bir aradayken güzel…ve yaşam, tüm bunların birbirlerine saygılı olmaları halinde mümkün… Biri eksikken, diğeri tam olamaz…Hepsi bir arada, hepsi birlikte ama hepsi birbirine saygıyla ve gerçek sevgiyle yaklaşarak…Hiç birimiz öne çıkmadan, hiçbirimizi arkaya atmadan, hepimiz bir arada… Yaşam böyle anlamlı, böyle güzel ,böyle doğru ve böyle de yaşanmalı.


Annelerimizin günü var, babalarımızın günü var, öğretmenlerimizin günü var, çocukların günü var, hayvanlar günü var, çevre günü var…Hepsi de iyi ki varlar. Ama biz inanıyoruz ki bunların hepsini kucaklayan, hepsinin bir arada olmasını mümkün kılan, tüm bir yaşama saygı günü de olsun.


27 Şubat Serhan’ın doğum günü. Ama artık onsuz kutluyoruz bu doğum günlerini, onu içimizde var ederek. Bu günün Yaşama Saygı Günü olmasını istiyoruz ki böylece, onu kaybetmemiz, yaşamı hep var edebilmemize neden olsun…


Eğer siz de bu girişimi anlamlı buluyorsanız ve desteklemek isterseniz, görüşlerinizi ve iletişim bilgilerinizi lütfen serhander@serhansesen.com adresine gönderin.





Gidişiyle, hayata dair yine binlerce şeyi sorgulatan ve ardında koskocaman boşluk hissi bırakan bir melekti Serhan. Her şey sanki bir muamma ve ben olanlara hala inanmıyorum...ASLI HEPER

Seagulls never die, they just fly away... Ne güzel söylemiştin o şarkıyı "i want to get away, i want to flyyyy awayyyyyy" ...MELİKE

Onunla hic tanışmadık, yaşasaydı ihtimal hiç tanışamayacaktık, bir şeyler duymasak okumasak onunla ilgili, az da olsa bilmemiş olsaydık ne güzel bir insan olduğunu, hayata veda edişinden bir sene sonra onu hatırlayıp böyle bir yazıyı yazmayacaktık.

Tüm güzelliklerin hak ettiği gibi yaşadığı bir dünya dileği ile,

ÖZGÜR- SEYHAN
 

 

En yakın dostumun kuzeni olmasından kaynaklı oldukça eski bir arkadaşlığımız vardı kendisiyle. Bodrum Bağla'da pikaplarıyla sabahlara kadar müzik yapması, eski fender gitarı, protools set up'ı, ps2'deki motosiklet yarışı oyunları, Nil Karaibrahimgil'in tur otobüsünden uçarak inişi gibi artık acı bir tat veren hatıraları günlerdir aklımda, özellikle de gece olduğunda. Vahim olansa bu gencecik insanın hayatını bitiren artık her kim ya da kimlerse herhangi bir yaptırıma uğrayacaklarından emin olamıyor olmam, her ne kadar Serhan'ı geri getirmeyecek bile olsa...
UMUT YANIK
 
İnanılmaz bir olay.
Hiçbir zaman ölmemesi hatta yaşlanmaması gereken bir insandı. Gözümün önünde hala, şimdiki Duru Tiyatro olan eski Kadıköy Anadolu Tiyatro salonunda Santana smooth çaldığı gün... içeri girdim, -sanırım öğrenci birliği seçimleri, kalfest zamanı falandı, eclipse tayfasıyla takılıyorlardı. İnanılmaz bir insandı, hayran olunacak biriydi. cümlelerim toparlanamıyor...

Dünya güzeli gözleri, inanılmaz kendine güvenli, kıvırcık saçları, gazelleri... İnanmakta zorlanıyorum, kabul edemiyorum. İstemediği hiçbir şeyi yapmazdı o.

Çok fazla sohbetimiz yoktu, uzaktan laf atıp duruyordu, Çamlık2ta karşılıklı sigara içiliyordu. Böyleydi. Yine de biliyordum. Kendine güveni nemrutluk derecesindeydi bazen, ama onu sevdiren de buydu bence. Ölmemeliydi...Ölmemeliydi...KAAN YARDIMCI


Hiç tahmin etmediğim anlarda, hiç tanımadığım insanları Serhan'a benzettiğim ve her defasında içimi yakan, onu özleyerek, an'larımızı hatırlayarak, fotoğraflarına bakarak hasret gidermeye çalıştığım koca bir yıl geçti. Gülümsemesi ve gözleri hala gözümün önünden gitmeyen ve hayatımın sonuna kadar da gitmesini istemediğimsin. AYDIN DİLDAR


Altın kalpli, güzel gözlü,yakışıklı kardeşim.. Özleniyorsun ama unutulmuyorsun! Rahat uyu cennetinde. CEM BAŞÇI

DUYGU ASENA


Ameliyattan sonraydı. Bir gün kapı çaldı. Kameradan bakıp erkek arkadaşlarının geldiğini söyledim. Bir baktım Duygu yok, bir şey oldu sandım. Meğer banyoya gitmiş. Bir siyah kalem alıp gözlerinin etrafını boyadı. Şaka yollu "Erkekler geliyor, güzel olmam lazım" dedi, sonra da kalemi bana uzattı: "Al sen de yap gözlerine..."

Evde oturmayı sevmiyordu. "Dışarı çıkıyoruz" dendiğinde çok mutlu oluyordu. Gittiğimiz yerde okurları tanıyıp yanına geldiğinde yaşadığı mutluluk ise anlatılmaz.

Bir sabah onu çok mutsuz gördüm, "Neden böylesin, bir şey mi oldu?" dedim. "Benim halime baksana Karina" dedi. Öyle üzüldüm ki, gözlerim doldu. Hemen elleriyle yaşlarımı silip "Canım ağlama, ağlaman için demedim ki" diyerek teselli etti. Hastalığı süresince, durumu ağırlaşana dek giyimine ve makyajına özen gösterdi. Sabahları kıyafetlerini önüne koyardım, giymek istediğini seçer, seçtiği giysiye uygun saç bandına da yine kendisi karar verirdi.

Bir gün sıkıntılı baktı yüzüme. "Ben işe gitmek istiyorum, adamlar bana boşu boşuna para veriyorlar" dedi. Sorumluluk duygusunu hayranlıkla izledim. KARİNA ŞEGOYAN (İki yıl boyunca bakımını üstlenen hemşiresi)


Altı yıl önce kitaplarından etkilenip kendisine bir e-mail attım. Sonra tanışıp dost olduk. Özel hayatı, evi, yalnızlığı çok önemliydi Duygu için. Hastalandıktan sonraki dönemde, evime çok az gidiyordum onunla daha fazla zaman geçirmek için. Bir gün "Duygu beni evden atacaklar, bana sürekli sitem ediyorlar, atarlarsa beni eve alır mısın?" dedim. Hiç düşünmeden "Hayır!" dedi. Yalnızlığından ödün vermedi.
Biyopsiyle ilk ameliyatı arasında bir akciğer embolisi geçirdi. Yoğun bakıma aldılar Duygu'yu. Sabah yanına gittim. "Göz kalemin var mı?" diye sordu. Makyaj malzemelerini getirdim. Birlikte yoğun bakımda makyaj yaptık. ELÇİN EĞERCİOĞLU



İkinci ameliyattan sonra bir gün ziyaretine gittim. "Sevgilin var mı?" diye sordu. "Yok Duygu hanım" dedim yüzümü asarak. Baktı, "Üzülme benim de yok zaten" dedi.

Duygu hanımla aşkı konuşmanın keyfini herkes bilir. Cinsellik, ilişkiler bir yana aslında o hep aşk peşinde oldu. Aşk ve sevgi denildiğinde onun için akan sular dururdu. Birlikte çalıştığımız dönemlerde, sevgilimizle randevumuz için Duygu hanımdan izin koparmak, yıllık izin almaktan daha kolaydı. ZÜLEYHA GÜVENER (Kadınca ve Kim ekibinden çalışma arkadaşı)


Hastalığı sırasında yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmadı. Bildik yüzleri görmenin rahatlığıyla gülümsüyordu yüzü. Son dönemlerinde pek konuşamıyordu. Ama konuşmak istediklerini de en güzel gülüşüyle anlatıyordu. Her zaman umut doluydu. "Bu sefer seni daha iyi gördüm" dediğimde - ilk ameliyattan sonra özellikle- içsel temposunu yükselterek hayata daha iyi tutunduğunu fark ediyordum. METİN UCA (15 yıllık arkadaşı)




Teşhis konduktan sonra, raporlarını Gazi Yaşargil'e göstermeye gittik Nişantaşı'na. Çıkışta bir kafede oturduk. İnci hanım "Tedavi için Amerika'ya gidelim" dedi. Duygu Hanım itiraz etti. Orada söylediği tek bir cümle hiç çıkmaz aklımdan: "Ben burada varım! Arkadaşlarım, sevdiklerim, dostlarım hepsi burada..." HALE ATAMAN (11 yıllık asistanı)



Doktorların artık umut kesildi dediği süreçte beni aradılar. Uğurlamanın karanlık bir yüzle olmamasını konuşurken, İnci hanım sarı gül arzusunu söyledi. Teşvikiye'de Dore Çiçekçilik ile görüştüm. Pazar sabaha karşı Duygu hanımı kaybettik. Pazartesi sabahı Antalya'dan 2 binin üstünde tomurcuk sarı gül ilk uçağa verildi. Açmaları için bütün gün ılık suda bekletildi. Cenazenin kaldırılacağı salı sabahı 4'te çiçekçide buluştuk. Halı dokur gibi silikon tabancasıyla, krem rengi özel bir kumaşa sık aralıklarla yapıştırdık gülleri. Her gülde bir kelime, kimilerinde cümleler söyledim: "Bunu vaktinde bitireceğim, üstünüzde çok güzel duracak Duygu hanım." LALEHAN UYSAL (Gelişim Yayınları'ndan arkadaşı)
























UFUK GÜLDEMİR


Vay be günler aylar yıllar ne çabuk geçiyor ölüm haberini aldığımız gün, şimdi tekrar gözlerimin önüne geldi koskoca 3 yıl ne çabuk da geçiyor. Aykırı haberin habercisi Ufuk hocam, haberlerin aykırılığını hep önde tuttu huzur içinde yatsın..MURAT TÜZEL

Rahmetli, zamanın ABD Ankara büyükelçisi ile çokça geyik ve ayı avına gitmişlerdir. (bkz SONER YALÇIN) Avcılık merakı, diplomasi muhabirliğinde çok işine yaradı. ABD Ankara Büyükelçisi William Macomber de ava meraklıydı. Birlikte Konya/Cihanbey'e kaz avına gidiyorlardı. Avcılık nedeniyle başlayan Amerikalı diplomatlarla ilişkiler yıllar içinde, Ronald L. Spiers ve Strausz Hupe ile sürüp gitti..BARIŞ KURT




Türkiye'de akıllı gazeteciliğin nadir örneklerinden biriydi. Haberin nerede yattığını, neyin ilgi çekeceğini çok iyi anlar, çok iyi koku alırdı. Sağlam ve kuvvetli bağlantıları vardı, her yere ulaşır, herkesten haber çıkarır ama kimsenin gözünün yaşına bakmaz, boyun eğmez, borçlu olmazdı. Yıllarca Washington'da yaşamıştır, Amerikan gazeteciliğini de bilirdi. Star yaratmakta üstüne yoktur, bir zamanlar onun elini attıları bugün medyada önemli yerlerdedir, her birinin kendi programları vardır. Ayrıca çalışanlarını, kendisine sadık kalanları hep kollar, çalıştıkları süre boyunca da en iyi ücretleri almasını sağlardı. Show TV'nin başındayken sırf haber yaparak (bkz: analitik habercilik) kanalı birinci yapmıştır.

Patronlara da boyun eğmediği için çoğu zaman çekip gitmek zorunda kalmış ya da bırakılmıştır. Sıfır sermayeyle kurduğu Habertürk bugün bütün medya patronları ve yöneticileri tarafından en çok ciddiye alınan, ilk önce başvurulan kaynaklardandır. Güldemir, ayrıca "Beyaz Türk" teriminin patent sahibidir, ilk kez kitabında kullanmıştır. Dinç Bilgin'den sonraki ilk gazeteci patron olmak için kolları sıvamış, büyük "yol" da kaydetmiştir. O hep vardır ve varolacaktır. ÇETİN GÜZ



O en büyük avcılık ödülünü de hak ediyor. Yaban TV'yi açmakla hem Türkiye doğasına katkıda bulundu, hem de Türk avcısını bilinçlendirerek sürdürülebilir avcılığın temelini attı. Yaban TV'nin Türkiye dışında da seyredildiğini düşünürsek, Türkiye'nin tanıtımına da ne kadar yarar sağladığını görebiliriz. Onun gibi insanlar dünyaya az gelir. Allah Rahmet etsin. RAŞİT KÜLEK

16 Ağustos 2010 Pazartesi

HASAN DOĞAN


Başımız sağolsun...
                BU MİLLET SENİ UNUTMAYACAK BÜYÜK BAŞKAN...MURAT YILDIZ


TFF Başkanımız Merhum Hasan Doğan'ın vefat haberiyle sarsıldık. Çok kısa sürede çok büyük işler yapan ve daha bir çok ses getirecek projeyi yarıda bırakan başkanımız bizde derin izler bıraktı.Yaptıkları O'nu aklımızda tutmaya yetecek ve O'nun izinde ilerleyeceğiz. Merhuma Allah'tan rahmet, geride kalan dertli ailesi, sevenleri ve spor kamuoyuna başsağlığı dilerim..SİNAN ACAR


Hepimizin aklında Semih'in golünde cumhurbaşkanına sırtını dönmek pahasına, karısını onore ederek sergilediği sevinç gösterisi kalmıştır heralde..Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun...AKIN KÖSE











KAZIM KOYUNCU

... Bıraktığın gibi durmuyor bu dünya
Bahar geçiyor, yaz geçiyor, ama sen geçmiyorsun.
Yumsam gözlerimi rüya, açsam serap oluyor bütün dünya.
Gitmekle kalmadın, benimle dünyanın arasını açtın. ... FADIL ÖZTÜRK

 




































ATİLLA İLHAN


Güzel bir gidişti ama asla tebrik edilmeyecek, alkışlanmayacak..
ve alçalabilecekliğin en alt sınırlarındaki kadar alçak bi gidiş...İBRAHİM KILIÇ




Attilla İlhan tam bir İstanbul Beyefendisi ve sanatçılığı dışında sağduyusu ve akılcılığı ile sohbetlerinde dinleyenleri ışıklı bir yola çekip götürürdü. Şimdilerde başkalarının küfür ve saldırgan tavırlarla yaptıkları demogojilere espri ve sizi düşünmeye iten konuşmalarıyla cevap vermeyi yeğlemişti hep. Sorardı, sorardı ve cevaplamayı size bırakır araştırma yapmanızı teşvik için belgelerle savlarını yayardı oturumlarında.

Onu dinlemek ve çehresindeki sevecenliği seyretmek doyumsuzdu. Onun bizden olduğunu bilmek ve bizim ondan olduğumuzu anlamanın gurur verici o hazını özledik, özlüyoruz. Bu günleri görmediği için şanslıydı demek geliyor içimden.

Söylenmesi hoş olmasa da…DİNÇ AKAL

 
Sağlığında anlamadılar, şimdi yokken hiç anlamazlar….
Ne mutlu ki O Attila İlhan'ı tanıdık, okuduk, özümsedik…İLHAMİ MERİÇ


 
 
Bugün Attila ağabey, 85 yaşında…

Attila ağabey (İLHAN) , 85 yıl önce bugün doğmuştu. Son dakikaya kadar büyük bir disiplinle ve KENDİSİ İÇİN HİÇ BİR SEY İSTEMEDEN çalıştı! Üretti..Büyük bir ışık huzmesi yarattı.. 2004’de TRT de 10 yıl boyunca yaptığı sohbetlere son verildi. 2005’de ölmeden 1 ay önce Cumhuriyet'teki köşesinden ayrılmıştı. Kimbilir neden?

Bugün artık kitaplarında yaşıyor.. Kitapları bugün yazılmış gibi geleceğe yol gösteriyor..2004 -2005 köşe yazılarını Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı internet sitesinden okuyabilirsiniz. Her biri bugün yazılmış gibi…

Attila abi bu milletin yetiştirdiği, Atatürk’ü en iyi anlamış ve ANLATMIŞ düşünürlerden biridir.

 

Tek cümleyle Atatürk’ü şöyle özetlerdi: ‘Kemalizm, sürekli devrimciliktir!’

Pek (!) Atatürkçü geçinenler, ağzından Atatürk’ü bir an olsun düşürmeyenler bu görüşü ‘muhataralı’ (tartışılabilir) saymışlardır…

Şöyle diyordu:

‘Türk devriminin nihai amacı, hiç de yeni Tanzimatçı aydınların savunduğu gibi, Batıya katılmak, batının içinde kaybolmak değildir! Tam tersine, bu devrim, tarih felsefesini de, medeniyet anlayışını da, Batıya karşı, çağdaş, fakat ULUSAL MERKEZLİ olarak tasarlamış, geliştirmeye çalışmıştır. Bu bir!

Tarih ve medeniyetini çağdaş ama ulusal bir temel üzerine kurmayı tasarlamış Müdafaa-i Hukuk Doktrininin dış politikasını – hele hele- savunmasını, ‘yabancı’ üstelik batılı bir dış politika ve savunma algısı içinde ‘eritmeye kalkışması’ İMKAN HARİCİDİR! Bu da iki!’

(Ufkun Arkasını Görebilmek 1997)

 

Türkiye uzun bir zamandır, Mustafa Kemal’in ölümünden beri Batının kültür politikasını, ekonomik sultasını, savunma şemsiyesini üzerine DELİ GÖMLEĞİ giyer gibi giymiştir..

 

‘DELİ GÖMLEĞİ’ Attila ağabey’in duruma koyduğu teşhisdir. Şöyle demişti:

‘Türkiyenin kuruluş felsefesi ve ilkelerine ters düşen bir dış politika ve savunma ortaklığı içinde çırpındığı açıkça görülüyor. Aynen deli gömleği giydirilmiş, akıllı bir adamın, çırpınışı gibi!’.

Sistem ve ‘Eksen’!

Bu çırpınış 70 yıldır sürüyor. Türkiye, iki birbirine tamamen zıt politikayı uzlaştırabileceğini sanıyor. Bugün bazı yazar çizer esnafının, ‘Eksenden kaydık mı kaymadık mı’ gibi sığ tartışmalarına 97 de şu vevabı vermişti:

‘Türkiye, ulusal çıkarlarını savunmakla, Batıya yani SİSTEM’e ‘entegre’ olmayı uzlaştırabileceğini sandı! Sizce hem Washington’a bakıp ‘hizaya gelmek’, hem de Avrasya’da nüfuz sahibi, ‘BAĞIMSIZ bir güç olmak mümkün mü?’

Attila ağabeyin 85. doğum günü! Ondan ayrılalı 5 yıl oldu. Bugün hayatta olsa, gırtlağına kadar SİSTEM’e batanların ‘eksen’lerini irdelerdi..

BANU AVAR

BARIŞ AKARSU

Barış'ımız şimdi cennette meleklere emanet...Etrafında uçuşan kelebekler...cıvıl cıvıl...emin ellerde...ve geceleri oluşan gökteki yıldızlardan biri o ve o yıldız sürekli yanıp sönüyor..Bize göz kırpıyor...Barış bizi izliyor...DENİZ ÇAPLI

Gözlerin boşluğa dalıp gider
Sahipsiz bakışların benim olsun isterim
Sırların acıdan ağlar örer
Kendi kayboluşların sende dursun isterim
Ağladım senin için ilk defa
Elimde parçalanmış bir hayat var aslında
Hapsoldum söylediğim yalanlara
Çıkışlar hep kapanmış ruhum dar sokaklarda
Sırların acıdan ağlar ören
Kendi kayboluşların sende dursun isterim
Ağladım senin için ilk defa
Elimde parçalanmış bir hayat var aslında
Hapsoldum söylediğim yalanlara
Çıkışlar hep kapanmış ruhum dar sokaklarda ....
ORHAN EGE ESPERA


Biz senin kıymetini öldükten sonra bilenlerdeniz Barış :(   ÜNAL ÇATAL


Biri var kalbimizde
Parlıyor gözleri de yüreği de bedeni de
Alışamadık gidişine
Geride ıslak ıslak gözler bıraktı sözleriyle ERKAN YILMAZ
 
Amasranla Bartınınla Türkiyenle çok yaşa Barış..ALPEREN BAYRAK
 
Ben seni hep "sürmelim" diye anıyordum. Hala öyle anıyorum Barış AKARSUUUUUM... Telefonumun açılış mesajında bile sen varsın seninle açıyorum telefonumu :) Sürmelim, mekanın cennet olsun. KÜBRA GÜVEN
 

ESEN NESİMOĞLU

'ÖLÜM DÜĞÜNDÜR' DEMİŞ MEVLANA.... GÜZEL ARKADAŞIM DÜĞÜNÜN ÇOK ERKEN OLDU. ÇOKKK...



HEP AKLIMIN BİR UCUNDASIN ..
RAHATSIN DEĞİL Mİ MELEKLERİN YANINDA?
ACIN HALA DİNMEDİ , HALA SOL YANIM ACIYOR SEN AKLIMA GELDİĞİNDE...ÜMİT GÖRKEM



Senin sevdiğin şeyleri yaparken buluyorum bazen kendimi...          
Bilirsin ben pek çay içmezdim ama artık içiyorum ve her yudumlayışımda seni aklıma getiriyorum...Müzik dinleyişlerin geliyor aklıma; eğlenişin, hüzünlenişin...İşte müzikle tekrar ve tekrar seni yaşıyorummm...


Seni çok özledim ablacım :(( Bana seslenişini, kokunu, gülüşünü çok özledim.. GAMZE NESİMOĞLU

Bak haziran oldu, yaz geldi, nerdeyse koca 1 sene. Sol yanım hala seni arıyor..Sen bilemesen de nerdeyse her gün, her gözüm daldığında karşı koltuğumda oturmuş beni izliyorsun..Telefon listemdeki ismini silmeyi zihnim hala kabullenemedi..HÜLYA YILDIRIM

Esen, seni özledim. Biliyor musun artık hemen hemen hiç kahve falı baktırmıyorum. Benim falcım sendin. Senin sorgulayıcı cin bakışlarınla yapmış olduğun fal olayını özlüyorum. Olmadı be Esen, seni seven herkese haksızlık yaptın....AHMET KAVAS

CANIM BENİM SENİ ÇOK ÖZLEDİM. SEN VARKEN DERTLERİM BİLE GÜZELDİ. O GÜLEN YÜZÜNE POZİTİF ENERJİNE O KADAR İHTİYACIM VAR Kİ...CANDOSTUM CANDAN DOSTUM BENİM...AHMET AKYÜZ


Sol yanımız ağrıdı Esenim tam 3 ay..Sol yanımızda bir ağırlıkla seninle olmaya çalıştık acılarını ne kadar bildik anladık bilmem ama o sol yanımızı şimdi tarifsiz bir boşlukta…O boşluk şimdi bizimle değilse de sol yanındaki en güzel şeyle bir yerlerde biliyorum..Hak ettiğin yerdesindir ve mutlusundur umarım..Kanatsız meleğim şimdi kanatlarınla en sevdiğin mavilerdesindir inşallah…Deniz üstünde ve gökyüzünde..Sana senin gibi olmasa da gülümseyeceğim hep o maviliklere bakarken arkadaşım-kardeşim…SENİ SEVİYORUM ve asla UNUTMAYACAĞIM…

(Gökyüzü bu gün ağlıyor benim gibi sana senin yokluğuna Güzel İnsan-11,07,2009)

SEVDA YIKILMAZ



Dün dergide Karaburun'la ilgili uzunca bir yazı okudum, seninle Karaburun'a ulaşmak için yaptığımız yolculuk, yaşadığımız macera, tüm olumsuzluklara rağmen soğukkanlılığın ve gülen yüzün..Hayatımda iyi birşey olduğunda da kötü bir şey olduğunda da neden hep seni hatırlıyorum.. Yanımda olamadığın için mi?? Demek ki insan, giderken, ardında güzel bir imza bırakmalı, yazılanlardan da görüyorum ki sen herkesin yüreğine güzel çizikler atarak gitmişsin, hala ışığın aydınlatıyor buraları..Profilindeki bu fotoğrafı ben çekmiştim, o günlerde başlamışız meğer seni kaybetmeye, yazık ki fark edemedim, hasta olma diye zorla havuçsuyu içirmiştim o gün, ah bilsem..çok özledim seni ya...:(((  HÜLYA MERAL


Seni rüyalarımda görüyorum birkaç gündür, o hep bildik haliyle Eliflerle birlikte bir yerlerde...Eseeen özledim seni arkadaşım..... :( SELDA TETİK OĞUZ


Dün bir yazı okudum, aklıma geldin gülümsedim hani görebiliyorsun belki diye...
Uykuya dalacakken bembeyaz bir duvarda sarı saçlı bir kadın gördüm ve sonra ansızın aklıma sen geldin..Neye yorayım diye seni hemen arayıp telefondan sesini duyabilmeyi ne çok isterdim...Seni çok özledik hepimiz..Ve bu gün ne çok sızlayacak...yüreklerimiz..Ve bu gün ne çok sızlayacak... yüreklerimiz...SEVDA YIKILMAZ