17 Ağustos 2010 Salı

UĞUR MUMCU


Yıl 1993, 24 Ocak..
Soğuk ve karlı bir Pazar günü.

11 yaşındaydım o gün. Kar kış kapıyı kaplamıştı, buzdan titreyen bembeyaz sokaklarda sabah kahvaltısı için sıcak ekmek ve gazete almaya bakkala koşan insanların aylak yürüyüşleriydi camdan izlediğim. Kapıya asılmış sütü, ekmeği ve her Pazar ailecek okumayı alışkanlık haline getirdiğimiz Hürriyet ve Cumhuriyet Gazetelerini almış, iki gazete arasında gidip geliyorken bir yandan da kulak kabarttığım televizyondan kurşun gibi ağır bir anons veriliyordu..

"Araştırmacı Gazeteci - Yazar Uğur Mumcu, bu sabah Ankara Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Suikast sonucu öldürülen Mumcu'nun evinin önünde geniş güvenlik önlemleri alınırken faillerin yakalanması için geniş çaplı soruşturma başlatıldı."


Bir yandan arka fondaki polis telsizi bir yandan parçalanmış araba çevresinde koşuşturan büyük amcalar..Duyduklarım ve gördüklerim karşısında donakalmış, Mumcu'nun arabasının kontağına yerleştirilen ve çalıştırdığı an infilak eden arabasından bir daha dönmemecesine nasıl yok olabildiğini gözümde canlandırmaya çalışıyordum. Bir insanın bir insanı nasıl olup da öldürebilmiş olabileceğini, televizyonda gördüğüm görüntülerin film değil tamamen gerçeklikten ibaret olduğunu çocuk aklımla anlamaya çalışıyor, o arabanın içindeki ya benim babam olsaydı diye empati kurmadan edemiyordum..Kim bilir eşi ne haldeydi. Oğlu, kızı, çocuğu var mıydı? Varsa şu an ne yapıyorlardı? Söylemişler miydi onlara babalarının ilelebet yolculuğa çıktığını.

İşte o gün, tam da 24 Ocak 1993 Pazar sabahı benim için dönüm noktasıydı.. 

Cinayetin üzerindeki sis perdesi halen aralanmadı, aksine tüm davalara kulak tıkanıyor, "birşeyler" yürümüyor.

Aynen O'nun dediği gibi "Düşündüklerini bir kez bile yüksek sesle söyleyememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne bir kez bile söylememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne bir kez bile haykırmamış bir insanın bilinç ve duygu dünyasında doğan girdaplar belki de sabah akşam boğmuştur bu kişiliğini.

Kendi kişiliğinin katili olmak da güç iştir basbayağı.
 
Susmak..susmak, hep susmak. Konuşmamak, konuşmamak. Üstlenilen görev budur bütün yaşam boyunca. İnsanları saran küçük çemberler büyüye büyüye demokrasinin boynuna bir halka gibi geçer. Suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek de kural dışı olur bir süre sonra.."   HASLET SANDIKÇI


‎"Bir kişiye yapılan haksızlık, 
bütün topluma karşı
işlenmiş bir suçtur.
bu bilinci paylaşmak ve
bu sorumluluğu yerleştirmek
...zorundayız.
Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci,
özgürlüğün de,
demokrasinin de
tek güvencesidir.
Bu güvence sağlanmadıkça,
demokrasinin temeline
tek bir taş bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki "...cesur bir kez, korkak bin kez ölür".
Önemli olan,
insanın böyle bir toplumda
"mezar taşı" gibi
suskunluk simgesi olmamasıdır.

UĞURLAR OLSUN YOLDAŞ
HAKAN HAŞHAŞ


Faili meçhuller faili malum olur diye mi??

Yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybedenler Toplumsal Bellek Platformu adı altında bir araya geldi. Hem yakınları unutulmasın diye mücadele ediyorlar hem de Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar 60 yılı aşkın süredir katledilenler hakkında bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için çabalıyorlar.
Çabalıyorlar ki bir siyasi cinayetler ülkesi olmaktan kurtulunsun, bu platform daha yeni üye kaydetmesin. Öyle bir memleket ki burası, bunu yapmayı bile yakınları bombalanan, kurşunlanan, yakılarak boğulanlardan istiyor.
İşte bu aileler 11 Şubat 2010 tarihinde 60 yılı aşkın süredir katledilenler hakkında bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için başvuruda bulundu.

Birinci çinko, ikinci çinko, üçüncü çinko
6 Nisan 2010’da CHP tüm faili meçhul siyasi cinayetleri kapsayan bir araştırma komisyonu kurulması için önerge verdi. Önerge, DTP ve DSP tarafından da desteklendi. Ancak AKP oylarıyla reddedildi.
22 Haziran 2010 tarihinde CHP grubu adına Ali Rıza Öztürk, araştırma komisyonu önergesini yineledi. Bu defa MHP de önergeden yana oy kullandı. AKP tavrını değiştirmedi, yine red oyu kullandı.
Geçen hafta CHP, faili meçhul cinayetlerin araştırılması için tekrar bir önerge verdi. AKP yine geciktirmeksizin önergeyi reddetti.
Yani AKP, faili meçhul cinayetlerin araştırılmasına ilişkin verilmiş 3 önergeyi reddetti. Elbette ayrımcılık yapmadığını cümle âleme göstermek amacıyla daha önce de 1 Mayıs 1977’nin, JİTEM’in ve askeri darbelerin araştırılmasına yönelik önergeleri reddetmişti.

Bana bunlarla gelme!
AKP’nin reddettiği ya da Meclis gündemine bile sokmadığı Meclis Araştırma Komisyonu önergeleri bu kadarla da kalmıyor. Rahip Santoro, Malatya katliamı ve Hrant Dink cinayetlerinin bağlantılı bir şekilde ele alınmasını talep eden önerge de Hrant Dink’in öldürülmesinde kamu görevlilerinin ihmal ve kusuru olup olmadığını sorgulayan önerge de gayrimüslim cinayetlerinin araştırılmasını talep eden önerge de Meclis arşivlerinde bekliyor.
AKP, faili meçhul siyasi cinayetlerin araştırılması için kurulması istenen komisyonları reddetmesine gerekçe olarak komisyon yetkilerinin yetersiz olmasını gösteriyor. Ancak AKP’nin geçen şubattan bu yana Meclis İçtüzüğü’nde bu yönde bir değişiklik yapmak için adım atmadığı da ortada.
AKP, haziran ayında araştırma komisyonu teklifini reddederken Meclis’te konuşan bir AKP’li milletvekili tatilden sonra ‘inşallah’ bir komisyon kuracağız diyordu. Tatilden sonra verilen önerge reddedilirken konuşan aynı AKP milletvekili bu defa: “Zamanlama uygun olsaydı, kabul edilebilirdi ve bu şekilde faili meçhullerin ortaya çıkmasını arzu ederdik...” diyor.
Ölüler beklerler. Öldürülenlerin yakınları Sabahattin Ali’den bu yana bekliyor, yine beklerler.

‘Faili malum’ olur diye mi?
Orası öyle de AKP neyi bekliyor? İktidarının 50. yıldönümünü mü?
Tüm bu araştırma önergeleri reddedilir, Hrant Dink için berbat bir AİHM savunması hazırlanır, Dink cinayeti için başbakan gerekli soruşturma izni vermezken yine aynı başbakanın oy toplamak için çıktığı meydanlarda siyasi cinayet sonucu öldürülenleri ağzından düşürmediği ortada. Diyarbakır’da “Ape Musa’nın acınısı unutmadık” diyen başbakanın mebusları Meclis’te bu cinayetler araştırılmasın diye red oyu vermekten çekinmiyor.
Başbakan Erdoğan geçen ocak ayında “Hrant Dink’in, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu’nun, diğer tüm kirli saldırıların üzerindeki sis perdesini kaldırmak” için uğraştıklarını söylemişti. Arkasından da eklemişti: “Faili meçhullerin faili malum hale gelmesinden kim niye korkuyor, niye çekiniyor, kim neden bunların üstünü örtmeye çalışıyor? Gizli kapaklı işlerin aydınlığa çıkmasından kim, neden endişe ediyor?”
Bugün sorusunun muhatabı artık kendisidir. Sayın başbakan, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için verilen önergeleri başkanı olduğunuz parti neden reddediyor? Siz ve partiniz faili meçhullerin faili malum hale gelmesinden neden korkuyorsunuz? ÖZGÜR MUMCU (oğlu)

Sema açıktı ama hava çok soğuktu. Yer baştan aşağı kanla kaplıydı. Birlikte büyüdüğümüz, birlikte genç yaşına bastığımız, birlikte yaşam mücadelesi verdiğimiz Uğur Mumcu'nun parça parça olmuş kolu bir tarafta, bacağı bir tarafta, yüreği karşı binalara saplanmış o sahneyi gördüm. İnsan belleği unutma gibi bir yeteneğe sahiptir ama o sahne benim belleğimde hiç azalmıyor. Ruhsal yapımın bir parçası olmuş. CEYHAN MUMCU (kardeşi)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder